Süleyman DAĞISTANLI

DOĞRU YÖN DOĞRU ZAMAN

dogruyon-dogruzaman
DOĞRU YÖN DOĞRU ZAMAN
İmam Sadık şöyle buyuruyor;
“Çölde bir sürü farz et. Bir koyun bu sürüden geri kalıyor, sürü ise gideceği otlağa gidiyor. Geride kalan bu koyun ise yalnız başına çölde avare avare bir o tarafa bir bu tarafa gidiyor. Bu arada birden bire gözü bir sürüye ilişiyor ve sevinerek o sürüye sığınıyor. Gidiyor gidiyor ve bakıyor ki kendi köyü, kendi yeri değil, yabancı bir kale yabancı bir sığınaktır burası. Bu yüzden oradan kaçıyor ve tekrar çöle dönüyor. Yine avare… Başka bir sürü görüyor ve peşine düşüyor. Sürü gidiyor, o da bir yer, bir sığınak bulmuş olmanın verdiği sevinçle onun peşinden gidiyor. Bakıyor ki o da aslında başka bir ağıl. Oradan da kaçıyor, tekrar çölde başıboştur. Yine başka bir sürü. Aynı şekilde bu sürüden o sürüye, birinden öbürüne. Çölde son bir yere kadar öyle avare avare dolaşıp duruyor. Sonunda bir yer buluyor. Orası neresidir? Kurdun karnı…” (Usul-u Kâfi-Hüccet Bölümü)

İmtihan dünyası olan şu dünyada, ahir zaman gibi musibetlerin sağanak gibi yağdığı şu zamanda, kurdukları küfür ve nifak sistemleri içerisinde, halkları çölde yönünü kaybeden ve vahşi kurtlar, çakallar arasında yönünü bulmaya çalışan güçsüz ve yönsüz varlıklar haline getirmeyi hedef edinen süfyaniler, kurdun karnını boylayana kadar (iki dünya rüsvalığı ve sonunda cehennemi) halkların peşini bırakmamakta, bir ömür oradan oraya, ait olmadıkları düşünce ve fikirlerde sürüklenmesi için ellerinden geleni yapmaktadırlar. Sürekli bir seçim içerisinde olduğu şu hayatta, iki dünya saadetine vesile olacak sayısız seçimde bulunmaktadır insanoğlu. İş, eş, dost, öğrenim dalı, ev, siyasi eğilim, sosyal konum, meşguliyet vb. Ancak bunlar arasında en yüce, en zor, en çetin, en acı ve en sızlatıcı seçim, hak ve batıl seçimidir. Bunu en az Müslümanlar kadar iyi bilen süfyaniler, bu en önemli ve en yüce seçim olan hak-batıl seçiminde; hakkı batıla karıştırıp(Bakara 42) insanların hakkı bulamamaları için türlü oyunlar sergilemekte, tiyatrolar kurmaktadırlar.
Oysa seçme eylemi ve yön o kadar önemlidir ki; her şeyi anlamlı ya da anlamsız kılan temel faktördür.
Aşura sabahına kadar Yezidin ordusunda komutan olan Hür’ün(1) bir anda hidayet güneşi ve hakkın canlı timsali olan İmam Hüseyin’in safına geçmesi, onu tarih boyu lanet ile anılmaktan kurtarıp sonsuza kadar, şehitlerin efendisi İmam Hüseyin’in yareni yapmıştır. Yani yönünü bir anda karanlıktan nura, zulümden adalete çevirmiştir. Ama hak ve batıl seçiminde daha önemli olan diğer nokta ise yapılan seçimin zamanı ve yeridir. İmam Hüseyin şehit edildikten sonra ona yarenlik etmediği için pişman olan ve seçimlerini daha sonra haktan yana kullanıp kendilerine Tevvabin(2) ismini takan ve İmam Hüseyin’in intikamını almak için yemin eden ve bu uğurda ölen yüzlercesine tarih şahitlik etmiştir. Ama bunların hiç biri Hür değildir. Daha doğrusu hepsi birer Hür’dür yapmış oldukları seçimlerden dolayı ancak, Ali Şeriati’nin dediği gibi “bizim binlerce Hür’ümüz vardır tarihte ancak birkaç saatlik gecikmeyle…” Evet birini Hür, diğerini Tevvabin yapan, doğru yöne, doğru zamanda yapılan doğru bir seçimdir.
Tarih boyunca her zaman iki yön vardı; biri hak diğeri batıl ve tek bir seçim hakkı. Önemli olan doğru seçimi doğru zamanda doğru yöne yapmaktır. Zira her insan yön gösteren bir oktur tarih çölünde. Firavun’u denizin dibinde doğu yöne döndüren doğru(!) seçim, doğru zamanda olmadığı için iki dünya rüsvalığından başka bir işe yaramamıştır.(Yunus Suresi 90)
Seçim ve yönün ve bunların zamanlamasının ne kadar önemli olduğunu gördükten sonra, tüm ömürlerini halkların yanlış zamanda yanlış yöne yanlış seçimler yapması için harcayan ve bunu kısmen başaran süfyanilerin ülkemizde ve İslam âleminde oynadıkları oyunlar ve halkların düştüğü durumlara bakalım isterseniz. Herkesin aklına gelmiştir muhakkak çevresinde yanlış zamanlarda yanlış seçim yapanlar veya doğru seçimi yanlış zamanda yapan insanlar. Bir an genelde tüm ülke, özelde ise etrafımda bulunan ve yaptığı ve savunduğu yönler, seçimler yüzünden oradan oraya kuru yaprak misali sürüklenen, bir türlü doğru yönü bulamayan mazlum ve mustazaf insanlar geldi aklıma. Yıllarca küfür sisteminde çölde yalnız ve yönsüz kalan ve gördüğü daha doğrusu gösterilen her yönü ve yeri ait olduğu asıl yer zanneden ancak her seferinde yanılgıya düştüğünü esefle anlayan mazlum ve mustazaf halklar canlandı zihnimde.
70’li yıllarda kavak ağacına kazıdığı MSP yazısının kavak büyüdükçe büyüyeceğini ve adı geçen partinin de her geçen gün gelişip güçleneceğini ve böylece İslam’ın tüm ülkeye hâkim (!) olacağına tam bir bağlılıkla inanan ancak yıllar sonra esefle ve yanılmışlıkla ne kadar da boş bir hayal olduğunu, nice üç harflilerin gelip geçtiğini ancak hepsinin bir oyalamacadan ibaret olduğunu anlatan bir yakınım geldi aklıma mesela. Mensubu olduğu cemaati(!) tek kurtuluş yolu olarak gören ve diğer Müslümanları tekfir derecesinde acımasızca eleştiren ve bu işe (!) ömrünü verdiği halde yıllar sonra yanlışını anlayan ve böyle bir İslam anlayışına(!) sahip olduğu için pişmanlığı en üst seviyede yaşayan başka bir yakınım. Üniversite yıllarını mensup olduğu bir derneğe heba eden, halkların kardeşliğinin ve adaletin sadece ve sadece kendi derneklerinin üstün(!) idealleri ile gerçekleşeceğini zanneden ancak üniversite bittikten sonra her şeyin boş olduğunu anlayan başka bir yakınım.
Vatan millet Sakarya türküleri ile sağa sola saldıran, uğruna ölürüm dedikleri reislerin(!), başkanların(!) kahramanların(!), can düşmanları(!) ile aynı fotoğraf karesinde kol kola gördükten sonra hepsinin aslında kendilerini kandırmak için sahnelenen bir tiyatro olduğunu ve yaptığı yanlış seçimi anlayan ve hayıflanan başka bir yakınımı. Bulunduğu bölgede rejimin zulmüne maruz kalıp, rejimin kendilerinin hakkını(!) savunduğu imajını verdiği bir partiden medet uman ve tek derdi Kürtlerin özgürlüğü(!) Kürtlerin dili, Kürtlerin bölgesi(!) olan ve bu söylemlerle kendilerini paralayan, kendilerinin bir şey elde edemediği ama kendileri ile başkalarının çok şey elde ettiği, medet umduklarının asıl kürt düşmanı olduklarını daha sonra anlayan ve kendilerini kandıranlardan intikam almaya yemin eden okul arkadaşları geldi aklıma. Yıllarca sol zihniyete sahip olan ama bir türlü istediklerini göremeyen, alamayan ve son bir tükenmişlikle çare şu gül bu gül diyen ama bunun da bir çare olmadığını bildiği, gözlerinden anlaşılan başka bir okul arkadaşım. Aldığı gazetenin tirajının bir milyona ulaştığında İslam devleti olacak diyenlerin yıllar sonra gördüğü yerde, gazeteye basarak çöpe atanlar geldi aklıma. Rejimin tüm cinayetlerinin üzerlerine yıkıldığı hayali örgütlerin hapse girdiklerini (!) izlerken gözleri parlayanların, aynı adamların hapisten bir anda ak ve pak şekilde çıkarken “bu bir devlet göreviydi tamamladık” dediklerini görmek dahi istemediklerini ve içine düştükleri boşluğun gözlerinden anlaşıldığı başka yakınlarımı. Dünyanın en bilgin(!) ve takvalısı(!) diye tanımladıkları hocalarının, efendilerinin bir anda vatan haini ilan edildiğini gördüğünde neye karar vereceğini bilemeyen ve en iyisinin susup bekleyerek yeni bir sürüye katılmak olduğunu düşündüğünü zannettiğim bir diğer yakınımı. Yaşayanlardan bir umudu kalmadığı için, rejimin yıllarca kullanıp sonra attığı, hizmetlerinin(!) karşılığı olarak da afili bir ölüm hazırladıkları, rejimin uşağı iken “başkan” denilenlerin arkasından üşüyenleri(!) hatırladım bir an. Ah mazlum ülkenin mazlum müslümanları… Ne kadar sahipsiz, başıboş, umutsuz, çaresiz ve aciz bırakılmışsın ki ve ne kadar İslam’a hasret bırakılmışsın ki kendisinden en ufak bir islam emaresi(!) gördüklerine dahi kurtuluş diye sarılmışsın…
Vel hâsıl, tek derdi hak, adalet, izzet, şeref, sevgi, onur, saygı, fedakârlık ve daha yaşanılabilir bir hayat olan halklara, tüm bu güzelliklerin kaynağının İslam olduğunun nasıl da unutturularak bir sürüden diğer sürüye bir çıkmazdan diğer çıkmaza sürüklendiğine şahitlik etmekteyiz şu kısa ömrümüzde. Sonuç olarak, İslam fıtratı üzere doğan tüm insanların, dünya çölünde yönsüz ve amaçsız varlıklar haline getiren süfyaniler ve efendilerinin, halkların asıl yuvaları ve sığınakları olan İslam’ın dairesine girmemeleri için her seferinde yüzlerce dal uzatarak kökü ezelden ebede kadar uzanan İslam ağacına ulaşmasını engellemelerine üzülerek şahitlik etmekteyiz. Gelin hep beraber hak olan Peygambere indirilen Hak kitabın sahibi olan Allah(c.c.)’ın dini yolunda hakkı ve hakikati tanıyarak doğru ve zamanında teşhisler yapalım. Kimin zalim kimin mazlum olduğunu, kimin hak kimin batıl, kimin âlim kimin cahil, kimin kahraman kimin hain, kimin uşak kimin efendi, kimin Müslüman kimin münafık olduğunu bizlere uzatılan ve tutunmamız istenilen dallardan değil mukaddes İslam ağacının gölgesinde hak kitap olan Kur’an’a bakarak anlayalım. Aksi takdirde her şey gün yüzüne çıktığında, mazlumların zalimlerden intikam alacağı günde, zalimlerin meydanlarda yargılanacağı ve hak olan Öz Muhammedi İslam’ın güneş gibi ortaya çıkacağı günden geç kalınmış bir seçimin bizlere hiçbir faydası olmayacaktır ne bu dünyada ne de ahirette.
İlahi! Bizlere yardım et ki dünyadaki bu hayatımızda bütün zamanlarımızı çalışma barış ve olumlu gelişme uğrunda sarf edebilelim. İlahi! Bize öyle bir basiret ihsan eyle ki insan olarak cehalet yerine bilgininin, yalan yerine doğrunun, korku yerine ümidin beslendiği müşterek bir iman ve imamın vakar ve gerçekliğini öğrenebilelim. Amin.

(1) Hür bin Yezidi Riyahi. Kerbela da Yezidin ordusunda komutan iken aşura sabahı İmam Hüseyin’in safına geçerek bu uğurda şehit olan kişi.
(2) Tevvabin (tövbe edenler), Kufe halkından olan ve İmam Hüseyin (a.s)’a yardım etmediklerinden dolayı kendilerini çok kınayan ve günahlarının bağışlanması için İmam Hüseyin (a.s)’ın intikamını düşmanlardan almanın, katillerini cezalandırmanın veya bu yolda öldürülmelerinin gerekli olduğuna inanan ve çoğunun bu uğurda şehit olduğu kişiler.

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu