Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

ALLAH GÜCÜ TEVAZUDA KARAR KILMIŞTIR – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

tevazu

ALLAH GÜCÜ TEVAZUDA KARAR KILMIŞTIR – Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

Şüphesiz, Allah kibirlenen ve övünen kimseyi sevmez. (Nisa 36.)

Kâinatı yoktan var eden, Aziz, Cabbar, Mütekebbir, Melik, Kahhar, Muktedir gibi sayısız isimlerin sahibi olan Rabbimiz bu ayetiyle kendisine iman eden Müslümanlara kibirden uzak durmalarını emretmiş ve Hz. Peygamber de kibirlenen kimse cennete giremez.” (Müslim, iman 147) buyurmak suretiyle bu konunun ne kadar hassas ve mühim olduğunu açıkça ortaya koymuştur.

Kur’an, bize kibirlerinden ötürü helak olan canlıların akıbetini anlatır ki bu kıssalardan ibretler çıkaralım ve onların elim sonlarıyla karşılaşmayalım. Kibirlenenlerin ilki şeytandır. Âdem (as)’a kibrinden ötürü secde etmediği için ilahi huzurdan kovulmuş, bu hadiseden sonra da Lain (lanetli) olarak adlandırılmıştır. (Araf 13, Hicr 34-35.) Nemrut da uluhiyyetini ilan edecek kadar kibir deryasına dalmışken, Allah-u Teâlâ onun kibrini kırması ve zelil etmesi için bir sivrisineği görevlendirmiştir. Allah’ın görevlendirmiş olduğu bu sivrisinek, Nemrut’un beynine girmiş ve onu beynini yemek suretiyle öldürmüştür. Sözümüz ona ilahlığını ilan edecek kadar azametli(!) olan Nemrut ise adi bir sivrisineğe dahi karşı koyamamış ve ona mağlup olmuştur.

Firavun da: “Ben sizin en yüce Rabbinizim.” (Naziat 24) demişti. Onun da akıbeti Nemrut’tan farklı olmadı. Kızıldeniz onu ve saltanatını yuttu. Tüm insanlığa da ibret olması için onun cesedini korudu ki insanlar kibrin akıbetini görsünler.(Yunus Suresi 90-92.) Şeddad ve Karun’un da akıbetleri aynı oldu. Hepsi güçlerinin zirvesindeydiler. Ama sonları nasıl oldu? Güçleri, servet ve makamları bir anda yerle bir oldu.

Roma İmparatorluğu da gücünün zirvesindeydi, dünyanın yarısını ele geçirmişti ve dünyanın yarısına hükmediyordu. Karşısında durabilecek bir güç mevcut değildi. Bundan ötürü olsa gerek ki Roma imparatorları kendilerinin ilah olduğunu söylemişlerdi ve tebaa da onları Rab ittihaz edinmişti. Ama günün birinde bir avuç imanlı genç çıkıp sözde ilah olan hükümdarı rezil rüsva etti. Ardından Allah’ın yardımıyla adı Dakyanus olan bu zalim imparatorun elinden kurtulup Encülüs dağındaki bir mağaraya sığındılar. Ordularıyla mağaranın önüne gelen Romalılar dehşete kapıldılar. Zira dünyanın yarısını fethetmişlerdi ama şimdi küçük bir mağaranın içine dahi giremiyorlardı. Çaresizce mağarayı taşlarla kapattılar ve kısa bir süre sonra da orayı tamamen terk ettiler. Peki neden? Çünkü Allah en güçlüdür, en büyüktür, hâkimler hâkimidir; dilediğini izzetli kılan dilediğini de zelil edendir de ondan. Tekebbür ehlini sevmez de ondan.

Hatemü’l Enbiya olan efendimiz, peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) da tevazuyla yola çıktı. Kibirlerinden geçilmeyen Mekke müşriklerine karşı tevazu kuşanıp Allah’a dayandı. Yaşadığı onca olumsuzluklara rağmen şirk-küfr-zulm ve kibir ehline galebe çaldı. Mekke’yi fethetti. Lakin bu azametli fetih karşısında bile kibre düşmedi ve şehre tevazuyla girdi. Hâlbuki yanında on binler vardı. Yani Allah Resulü sayının çokluğu ve zaferin büyüklüğünün dahi kibre sebebiyet vermemesi gerektiğini hem o zamandaki Müslümanlara hem de kendisinden sonraki Müslümanlara öğretiyordu ki Müslümanlar gaflete düşmesinler. Huneyn hadisesi de bunun bariz bir örneği olarak İslam tarihinde yerini almıştır. Bu savaşta Müslümanlar sayılarına güvenmelerinden ötürü hüsrana uğramışlardır.

Peygamber reyhanesi Hz. İmam Hüseyin’de tevazu abidesiydi. Kibirlerinin doruklarında olan Şimr, Ömer bin Saad, Ziyad ve Yezit gibilere karşı kıyam bayrağını dalgalandırdı. Asla tekebbür göstermedi ama düşmandan da zerre korkmadı. Dedesinin dinini müdafaa için cihad meydanına yürüdü ve yetmiş iki yaranıyla birlikte en yüce mertebeye ulaştı. Adı dillere destan oldu. Namı dünyanın her yerine yayıldı. Peki ya ehl-i kibirden olan düşmanlarına ne oldu? Mesela Yezit’e ne oldu? Hani ya elindeki değnekle İmam’ın mübarek dişlerine ve yüzüne vuruyordu,” Bedr’in intikamını aldım ey atalarım. Gelin ve görün diyordu.” Onun nasıl zelil bir şekilde can verdiğini ve nasıl bir akıbetin onu beklediğini elbette ki çok ama çok iyi bilmekteyiz.

Kıssaları ve vermiş oldukları ulvi mesajları geçmişle sınırlı tutamayız. Zira böyle bir düşünce Kur’an’a bir hürmetsizlik hatta daha ötesi olur. Nitekim yüce kitabımızın Yusuf Suresi 111. ayet-i kerimesinde Rabbimiz: “Geçmiş milletlerin kıssalarında akıl sahibi insanlar için pek çok dersler vardır.” buyurmaktadır. Bu ayetlerden anlaşılacağı üzere Rabbimiz bizlerden kıssalar üzerinde derin derin tefekkür etmemizi, geçmişte yaşananlardan ibret alıp “Emrolunduğun gibi dosdoğru ol” (Hud suresi 112.) ayetinde buyrulduğu gibi bir yaşantı sürmemizi istemektedir. Zira “Hadiselerden ibret almayanlar kendileri hadiselere ibret olurlar.”

“Fecr suresinin 6-14. Ayetleri günümüz müstekbirlerine bu ilahi hakikati ilan etmektedir. Ki asrımız; Nemrutluğa, Firavunluğa, Karunluğa soyunan, hatta onları binlerce kez geride bırakan ve onların çağdaş halefleri olan tağutlarla doludur, lakin asrımızdakiler daha iyi koordine olmuş ve ciddi bir eğitimden geçmiş durumdadırlar. Bundan dolayıdır ki pek çok ülkede mustazaf halklar bu hainleri kendilerinden zannetmektedirler. Bu kefferetül şeceretül habiseler cebri-keyfi-küfri uygulamalarıyla dünyamızı kan gölüne çevirdiler. Mazlumların kanıyla beslendiler. Yerel işbirlikçiler vasıtasıyla mahrumları sömürdükçe sömürdüler. Güçlü orduları, meşhur bilim adamları ve ileri teknolojileri, ekonomik güçleri, özel olarak yetiştirilmiş onlarca ajanı, kurnaz siyasetçileri, islam âlemi içerisine yerleştirdikleri münafık din adamları ve daha pek çok imkânları da mevcuttu. Dolayısıyla da en güçlü onlardı(!). Ancak günün birinde RUHULLAH isimli bir mübarek şahsiyet zuhur etti ve dünyanın dengeleri alt üst oldu, ezberler bozuldu. Ruhullah tevazu timsaliydi. Tekebbürden arınmıştı. Lakin meydan okuyordu dünya müstekbirlerine. Azmi, cesareti, nebevi siyaseti, dirayeti ve ferasetiyle sarsılmaz denilen, yıkılmaz zannedilen küfre öyle bir darbe indirdi ki kâfirler kudurdu ve dehşete kapıldı. Mazlum ve mustazaf halklar ise uyanıp şaha kalktı. Peki, neydi İmam Humeyni‘yi bu kadar güçlü kılan? Bunun onlarca, yüzlerce hatta binlerce sebebi vardır kuşkusuz. Lakin onu izzetli kılan etkenlerin en önemlilerinin başında hiç kuşkusuz mütevaziliği gelmektedir. İmam Humeyni Hazretlerinden sonra yüce rehberiyet makamına geçen İmam Seyyid Ali Hamaney Hazretleri de tevazuu kuşanmış muazzam bir İslam kahramanı ve lütf-u ilahidir. Gerek kendileri ve gerekse de kendisine tabi olan yüz binler ilahi yardımı netice veren kibirsiz yaşamlarıyla zaferden zafere koştular ve koşmaktalar. Müstekbirlerin sahip olduğu güçler fayda vermedi ve müstekbirler, İslam mücahitlerinin şanlı kıyamlarıyla teslim-i silah etmeye başladılar. Hizbullahi yiğitler; Lübnan, Filistin, Irak, Yemen ve Suriye başta olmak üzere dünyanın muhtelif bölge ve ülkelerinde destansı başarılara imza attılar ve atmaktalar.

Bunlarla birlikte İslam âleminin başına bela olmuş bazı kişilerin de kibirlerinin zirvesinde olduklarına tanıklık etmekteyiz. Hatta bunlardan bir kısmının ulûhiyet iddiasında bulunduklarını dahi gördük. Lakin Rabbimizin bunlara mühlet verdiğini bilmekteyiz. Bunlar ise bu mühleti kendi lehlerine zannedip tuğyanın doruklarına varıyorlar. Kurdukları saltanatın baki olduğunu, yahut oyunlarının deşifre olup maskelerinin düşmeyeceğini zannediyorlar. Yalnız bir gerçek var ki o da bunların maddi etkenlere göre hareket edip Allah’ı göz ardı etmeleridir. Bu kıssalara ibret nazarıyla baktığımızda kibir ehlinin hep hüsrana uğradığını, tevazu ehlinin ise zafere ulaştığını görüyoruz. Buna binaen asrımızın süper güçlerine şunu ilan ediyoruz: Er ya da geç yıkılacaksınız. Muhammedi nesil karşısında tutunamayacaksınız. Biz Rahman’a teslim olmuşuz ve onun hak vaadine iman etmişiz. Ne güzel buyuruyor Rabbimiz: “Zulmedenler yakında nasıl bir inkılab ile devrileceklerini göreceklerdir.” (Şuara 227)

Yazımıza mazlumlara ümit vermesi, tağutlara haddini bildirip akıbetlerini göstermesi hasebiyle Fecr Suresinin ayetleriyle bitiriyoruz.

“Rabbinin Ad (kavmin)e ne yaptığını görmedin mi?
Yüksek sütunlar’ sahibi İrem’e?
Ki şehirler içinde onun bir benzeri yaratılmış değildi.
Ve vadilerde kayaları oyup biçen Semud’a?
Ve kazıklar (ehramlar) sahibi Firavun’a?
Ki onlar, şehirlerde azgınlaşmışlardı.
Böylece oralarda fesadı yaygınlaştırmış-arttırmışlardı.
Bundan dolayı, Rabbin, onların üzerine bir azap kamçısı çarpıverdi.
Çünkü senin Rabbin, gerçekten gözetleme yerindedir.” (Fecr suresi 6-14. Ayetler).

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu