Ahmet Yasin YİĞİTOĞLU

İNKILAB-I MUSA-I KELİM 3 -İNTİZAR- AHMET YASİN YİĞİTOĞLU

intizar

İNKILAB-I MUSA-I KELİM 3 -İNTİZAR- AHMET YASİN YİĞİTOĞLU

Hz. Yusuf, Mısır’da eşsiz bir inkılab meydana getirdikten sonra, başta babası Yakup peygamber olmak üzere yakınlarını Mısır’a davet etmişti. Yakup (as) ve beraberindekiler Mısır’a geldiklerinde Hz. Yusuf onların yerleşmeleri için güzel bir yer tahsis etti. Böylece İsrail Oğullarının Mısır macerası başlamış oldu. Önceleri huzurlu bir hayat yaşayan Beni İsrail’in durumu sonradan değişti. İsrail Oğullarını bir tehdit olarak gören Firavun ve Mısır’ın soyluları, Yusuf peygamberin vefatından itibaren İsrail Oğullarını sindirme politikası izlemeye başladı. İlk olarak ellerindeki imkânları (devlet kademesindeki görevleri, verimli toprakları vs.) aldılar. Ardından ağır vergilerle iyice güçsüz düşürüp en ağır işlerde çalışmak mecburiyetinde kalan köleler haline getirdiler. Bu durum uzun yıllar devam etti. İsrail Oğulları her yıl bir önceki yılı arar oldular. Zira baskı ve işkenceler giderek şiddetleniyordu. İsrail Oğullarını ayakta tutan ise önceki peygamberlerden ihbar-ı gaybi olarak gelen bir haberdi ki bu habere göre içlerinden bir kurtarıcı gelecek ve zulme başkaldırarak kendilerini kurtaracaktı. İşte İsrail Oğulları bu ilahi kurtarıcıyı bekliyorlardı.
Firavun günün birinde korkunç bir rüya görmüştü. Rüyasında Kudüs tarafından bir ateş gelmişti. Ateş, Mısır’daki evleri ve Kıptilerin tamamını yakmış ama İsrail Oğullarına bir zarar vermemişti. Firavun’un rüya yorumcuları, bu rüyayı; İsrail Oğullarından doğacak bir erkek çocuğun kıyam edeceği ve Firavun‘un saltanatını yerle bir edeceği şeklinde yorumlamışlardı. Bunun üzerine Firavun tarihin benzerini görmediği bir karar aldı ve İsrail Oğullarından doğan tüm erkek çocuklarını öldürmeye başladı. (Kasas 4) Firavun doğan tüm erkek çocuklarını öldürüyor, kızları ise sağ bırakıyordu. Tarihte kaydedilenlere göre İsrail Oğullarının gebe kadınları, ya keskin kamışlar üzerinde ayakta durdurulmak gibi dayanılmaz işkencelere uğratılarak çocuklarını düşürmek, ya da keskin kamışlar üzerinde basamayarak çocuklarının üzerine basmak zorunda bırakılıyor ve böylece tüm erkek çocukları yok ediliyordu. Firavun’un kavminden olan kadın ebeler ise bu işte Firavun’a yardım ediyordu. Haftalık ve aylık olarak hamile kadınları kontrol ediyorlar ve böylece doğan erkek çocukları tespit edip öldürüyorlardı. O kadar çok çocuğu anne ve babasının gözleri önünde öldürdüler ki anne ve babaların takati kalmadı. Baskılar yüzünden çocuklarını düşürdüler. Çocuklarını dünyaya getirenler ise hem çocuklarının hem de kendilerinin başına geleceklerden dolayı yavrularını dağlara taşlara bırakıyorlardı. Zira vahşi hayvanlar dahi Firavun ve mahiyetindekilerden daha insaflı idi. Bu elim tablo uzun yıllar devam etti. Ta ki Firavun’un akıl hocaları (kitle psikolojisi uzmanları, kâhinler, servet ve makam sahipleri, subaylar, siyaset bilimciler) bir konuda kendisini uyarana dek. Onlara göre bu durum devam ederse yakında İsrail Oğullarında erkek nesli tamamen tükenecek ve ağır işlerde çalıştırılacak köle kalmayacaktı. Acilen çocukların bir yıl öldürülmesi bir yıl ise sağ bırakılması kararına vardılar. Firavun korkmasına rağmen bu kararı onayladı. Nasıl korkmasındı ki. Zira İbrahim peygamberin tek başına Nemrut’a ne yaptığını ve yine aynı İbrahim’in (as) kendinden önce yaşamış bir Firavun’u nasıl rezil ettiğini çok iyi biliyordu. İsrail Oğullarından biri çıkabilir ve kendi saltanatını herc ü merc edebilirdi.
(Aslında Firavun’un uygulamış olduğu bu nüfus politikasının benzerini, asrımızın Firavunları olan Siyonizm öncülerinin plan ve programlarında da görmekteyiz. CNN’in patronu Ted Turner’in, Amerikan basınında yer alan “225 milyon insandan oluşan bir dünya kurguluyoruz/ arzuluyoruz” şeklindeki açıklaması, Firavni mantığın el-an devam etmekte olduğunu göstermektedir. Bu habis zihniyetin yegâne arzusu yeryüzünde Siyonistlerin hâkim olmasıdır. Siyonistlerin dışında kalan insanlar da sadece onlara hizmet etmek için var olmalı ve onların mutluluğu için köleler gibi çalışmalıdır. Kitle imha silahları, gelişmiş laboratuvarlarda üretilen bulaşıcı hastalıklar, başta mazlum Afrika coğrafyası olmak üzere dünyanın muhtelif bölgelerinde düzenlenen aşı kampanyaları, yaratılan savaş ortamları hep bu amaç doğrultusunda atılan adımlardır. Yazılı ve görsel basını da yoğun olarak kullanan bu alçaklar var güçleriyle çalışmaktalar. Bu denli sinsi ve dehşetli bir kampanya yürütmelerinin altında ise siyasi ve iktisadi faktörlerden çok korku faktörü vardır. Bunları bu faaliyetlere iten en önemli etken korkularıdır. Rabbimiz yüce kitabımızın pek çok ayetinde onların korkaklığına vurgu yapmaktadır. (Bakınız Tevbe 56-57, Haşr 13) Evet, tıpkı Firavun gibi korkularından ötürü insanları yok etmek istiyorlar. Dini, dili, ırkı ne olursa olsun fark etmez Siyonist olmayan her birey onlar için tehlike demektir. Zira bu insanlar bir uyanır ve kıyam ederlerse amaçlarına ulaşamayacaklardır).
Firavun’un baskı ve zulümleri zirveye ulaşmış ve dayanılmaz bir hal almıştı. Kadınlara, erkeklere ve çocuklara uygulanan tarifi mümkün olmayan zulümler iman sahiplerine dünyayı dar etmişti. Lakin Firavun’un uğraşları nafile idi. Zira “Karanlığın en zirvede olduğu an, şafağın sökmesine en yakın olan an.”dı (Hz. Ali) ve zuhur yakındı. Kara bir öfke kalkacak, zincire vurulmuş mazlumlar uyanıp ayaklanacak ve zulmü ortadan kaldıracaktı. Üstelik bu eylem kıyamete kadar tekrar edecekti. Mısır’ın, Roma’nın, Kureyş’in ve Waşhington’un Firavunlarına rahat yoktu. Zira Allah erleri kıyam dalgaları ile dünyayı onlara dar edecekti. Bu ilahi bir vaatti. Geceyi ibadetle geçirenlerin ve seher vaktinin bereketiyle yol alanların duası ve mazlumların feryadı bir mermi gibi gökyüzünün zırhını delerek zalimleri yok etmek üzere hızla ilerliyordu. Zirvede olan zulme rağmen güzel günler yakındı. Yakındı, yalın ayaklı mazlumların gülmesi ve yeryüzünün varisçileri olması. Yakındı hakkın muzafferiyeti. Ve yakındı yıkılışı putların, putlaşanların ve putlaştıranların. Yakındı zulmün sarayının tar u mar olması. Firavunların mazlumların kanıyla boğulması da pek uzak değildi.
Müminler bir yandan sabırla bekliyor, bir yandan da rablerine yönelerek şöyle dua ediyorlardı: “Sen, çaresizlere çare olan, mazlumlara yardım edensin! Bizim çocuklarımız öldürülüyor. Erkeklerimiz Firavun’un zulmü ve ağır vergiler altında eziliyor. Bu yüzden günden güne sayımız azalıyor. Allah’ım sen bizim saadet ve huzur vesilemizi hazırla. Bize katından bir kurtarıcı gönder. Ayaklarımızı dinin üzere sabit kıl. Üzerimize sabır yağdır. Bize dayanma gücü ver. Şu zalim kavme karşı bize yardım eyle. Yardım eyle ki yeryüzünde fitne ve zulmü kaldıralım ve yerine ilahi adaleti ikame edelim.
İsrail Oğulları içerisinde İmran isimli bir mümin vardı. İsrail Oğullarının âlimlerindendi. Hak vaadin gerçekleşeceğinden ve zulüm düzeninin yok olacağından zerre kuşku duymuyordu. Halk kendisine gelerek zuhurun ne zaman olacağını sorup duruyordu. O ise Firavun’a teslim olmamalarını, ilahi yardımdan ümit kesmemelerini zira zuhurun çok yakın olduğunu söylüyordu. Elbette sonunda zülümat nura tebdil edecek; her zaman ve mekânda, karanlık geceler gündüze dönecek ve necat vesilesi olan Fecr-i Sadık zuhur ederek mazlumları zillet ve esaretten kurtaracaktı. Ve yakında intizar son bulacaktı. Müminler bu vaadin hak olduğunu biliyordu kuşkusuz. Ama ne zaman ve nasıl olacaktı? Hak batıla galebe çalacaktı. Zulmün kökü kazınacaktı. Büyük şeytanlar yok olacak ve salih kullar arzın varisçileri olacaktı.(Enbiya 105) Âdem nebiden günümüze zulmün kol gezdiği, Firavun ve onun çağdaş halefi tağutların hüküm sürdüğü her asırda, müminler; zulmün baki kalmayacağını biliyor. Biliyorlar elbet Hizbullah’ın mutlak galip olacağını.
Nur Çağının pişdarı olan Üstad Bediüzzaman Hazretleri, asrın Musa’sı olan ve bizlere hayat bahşeden İslam İnkılabı kurucusu İmam Humeyni Hazretleri ve onun hak varisi olan İmam Seyyid Ali Hamaney Hazretleri sayesinde bizler de zulümde Firavun’u geride bırakan Büyük Şeytan Amerika ve Korsan rejim İsrail’in tarihin çöplüğüne gönderileceğini; İslam’ın mutlak hâkim olacağını; küfrün hükmünün akim, etkinliğinin sakim olacağını çok iyi bilmekteyiz. Bizler de beklemekteyiz. Ensar ve Muhacir’in Allah Resulünü bekleyişi gibi, Yakup’un Yusuf’unu bekleyişi gibi ve susuzluktan çatlayan toprağın yağmuru bekleyişi gibi beklemekteyiz. Bekliyoruz ama ümit ve gayret dolu bir bekleyişle. Bizim intizarımız zafer yüklüdür. Zaferlerle dolu o günleri aşkla bekliyoruz. Zira İslam ümmeti için yenilgiler dönemi kapanmış, zaferler dönemi başlamıştır.” (Seyyid Hasan Nasrullah) Bekliyoruz ve beklemek hakkımız. Ve biiznillah çok fazla da beklemeyeceğiz.

İlgili Makaleler

2 Yorum

  1. Hasan Nasrullaha katılyorum.
    Ama yazı gerçekten yüreklere su serpiyor. Kaleminiz dert görmesin.
    Fecr-i Sadıkın tez zamanda gerçekleşmesini ümit ediyoruz ve bekliyoruz. Zulmun kaldırılacağı o kutlu günleri
    Selametle

  2. Çok güzel bir yazı dizisi.ilgiyle takip ediyorum. Yalnız yazıda paragraf olmamasi okumayı zorlaştırıyor bu konuda bir kolaylık sağlarsanız minnettar kalırız çok teşekkürler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu