Süleyman DAĞISTANLI

Maksimilyan Olabilmek – Süleyman DAĞISTANLI

 

“İbadetlerin, iyiliği emretme ve kötülükten men etme karşısında ki değeri; nefes ile meydana gelen nemin okyanus karşısında ki değeri gibidir. Fakat iyiliği emretmek ve kötülüğü yasaklamaktan daha üstün olan tutum, zalim hükümdarın karşısında hakkı söylemektir.” (İmam Ali)
Hz. İsa’nın doğumundan 137 yıl sonra… Başka bir ifadeyle Roma İmparatorluğunun kuruluşunun 890. yılı. Dünyanın yarısından fazlasına hükmeden Romalılar, kendilerini bulundukları çağın en uygar(!) insanları olarak görmektedirler. Mimarinin ve şehirciliğin büyük bir gelişme gösterdiği, buna karşılık insani değerlerin hiçe sayıldığı bu dönemi gerçekte, vahşet ve zulüm asrı olarak adlandırmak daha doğru olacaktır. Bugün, Ürdün’ün başkenti olan Amman, o dönemde Doğu Roma’nın Filedelfiya adıyla bilinen önemli eyaletlerinden biriydi. Şehrin Valisi ve komutanı Dakyanus, merhamet ve şefkatten yoksun zalim bir yöneticidir. İsa (a.s.)’dan sonra, ilahi din tüm Roma’da olduğu gibi Filedelfiya’da da yayılmaya başlamıştır. Bir tek Allah’a imanın adı olan bu yeni din İsevilik’tir ve Roma için en büyük tehlikedir. Zalimliği ile ün yapmış Dakyanus, her geçen gün İseviliği seçenlerin sayısının arttığı Filedelfiya’da, kendisini bu zulüm çarkının başına oturtan efendisi ve tanrısı(!) Hadriyanus’a sadık bir uşak olduğunu, halkına karşı işlediği akıl almaz işkencelerle ve cinayetlerle ispatlıyordu. Uçsuz bucaksız Roma İmparatorluğu’nun kralı ve tanrısı(!) olan Hadriyanus, Dakyanus’un idaresinde ki Filedelfiya eyaletini ziyaret edecektir… Dakyanus ziyaret hazırlıklarına başlar, öyle ki şehir baştan ayağa elden geçirilmeliydi. Hadriyanus’un gözüne batacak, onu rahatsız edecek herhangi bir pürüz olmaması gerekiyordu. Tüm şehri kılıçtan geçirecek güce sahip olduğunu düşünen Dakyanus, aynı zamanda Hadriyanus’un kendisini bir el işareti ile görevinden azl edip boynunu vurabileceğini düşündükçe ne kadar aciz ve güçsüz olduğunu hatırlıyordu her seferinde. En güçlü (!) iken en güçsüz olduğunu, dahası bir uşaktan ibaret olduğunu biliyordu Dakyanus. Şehirde büyük bir tehlike gittikçe büyüyordu o görmek istemese de. İsevilerin sayısı her geçen gün artıyordu. Sırf İseviliği seçtiği için eşini diri diri yakan Dakyanus, neler yapabileceğini halka göstermek istercesine; Hadriyanus şehre gelmeden önce tüm İsevilerin işini bitireceğini (!) haykırıyordu etrafındaki insanlara. Hadriyanus gelmeden hepsinin kökünü kazımalı hatta bir kısmını esir alıp onun gelmesi şerefine gözleri önünde aslanlara parçalatmalıydı. Dakyanus’un, bir tek Allah’a iman edenlere uyguladığı kıyım politikası ne kadar sert ve kanlı olursa, halkın geri kalan kısmının sindirilmesi o kadar kolay olacak ve efendisi Hadriyanus’un gözünde değeri daha da artmış olacaktı. Ne kadar zulüm o kadar taltif…
Firavun’un sarayında Musaları yetiştiren Allah-u Teala , Dakyanus’un en yakınında olan ve İseviliği seçen damadı, danışmanı Maksimilyan ve onunla birlikte iman eden diğer 5 üst düzey saray mensubu genci de koruyup kollayacaktı. Dakyanus’un damadı Maksimilyan başta olmak üzere aristokrat ailelerin çocuğu olan bu altı yiğit genç, Dakyanus’un yanı başında onu ve tanrısı, efendisi Hadriyanus’un ne kadar güçsüz olduğunu halklara gösterecekleri, halkların bu zalimlerden intikam alacağı günün bir an önce gelmesi için dua ediyor ve çalışıyorlardı. “Karanlıkta dile getirmekten korkulan hakikatin, bir gün çatılardan haykırılacağını” bilen bu imanlı gençler, her fırsatta zulüm sisteminin putlarının al aşağı ediyor ve taşlaşmış yürekleri iman nuru ile yeşertmek istiyorlardı.

…Ve büyük gün gelmişti, Hadriyanus Filedelfiya’daydı. Zamanının en büyük zalimi olan Hadriyanus, etrafında ki yaltakçıların ve kendisine kul köle olmuş uşaklarının kendisini pohpohlamasıyla ne kadar da güçlü (!) ve dirayetli (!) biri olduğunu, herkesin kendisinden korktuğu ve gücü her şeye yeten (!) ulu bir tanrı (!) olduğunu düşünüyordu. Oysa onun “hiçbir halt edemeyeceğini, kartondan bir aslan olduğunu” bilen bu yiğit gençler, Hadriyanus’un avanesi olan yerli uşaklarının övgü ve methiyelerine baktıkça iğreniyor ve onlardan beri oldukları için Allah’a şükrediyorlardı. Rablerinden bu zalim hükümdarın karşısına çıkıp hakkı haykırabilecek cesaretin kendilerine verilmesi için dua eden bu gençlere Rableri “… ve kalplerini güçlendirdik. (Kehf Suresi 14)” hitabıyla cevap veriyordu. Hakiki imanı elde eden bir insanın, kainata meydan okuyabileceğini iki bin yıl önce ispat eden Maksimilyan ayağa kalkıyor ve tüm çağlarda ki zalim ve zorbaların beynini parçalarcasına şöyle haykırıyordu;
“Bu evrende yerin ve göğün yaratıcısından başka bir tanrı yoktur. İbrahim’in Tanrısı, Nuh’un Tanrısı, Musa’nın Tanrısı, Davud ve Süleyman’ın Tanrısı, İsa’nın Tanrısı ve adı Övülmüş olan cihanın beklediği son Peygamberin Tanrısı. İnsanları hidayete erdirmek için insanların içinden Peygamberler çıkarmıştır. Allah, bütün zalimlerin cehennemde yanacağına söz vermiştir ve cehennem putperestler için korkunç bir yerdir.”

“Ve (kralın önünde) ayağa kalktıklarında onların kalblerini kuvvetlendirdik de şöyle dediler: ‘Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir! O’ndan başkasına aslâ ilâh olarak yalvarmayız! Yoksa yemîn olsun ki bâtıl söz söylemiş oluruz. (Kehf Suresi 14)”
Hayır, biz hakkı batılın üstüne fırlatırız, o da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o, yok olup gitmiştir. (Enbiya 18)
“De ki: “Hak geldi, batıl yok oldu. Şüphesiz batıl, yok olmaya mahkûmdur.” (İsra 81)
Evet, hak geldi batıl yok oldu… Zamanının en büyük zalimleri karşısında hakkı haykıran Maksimilyan, yaşadığı çağdaki ve tüm çağlardaki insanlara zalimlerin, iman eden ve teslim olan bir kalbin karşısında karton bir aslandan farksız olduğunu ispatlamıştı. Bu yiğit gençlerin imanlarının ve yiğitliklerinin tüm çağlara ve zamanlara şerh düşülmesi gerekirdi. Öldürülmek üzere zindana atılsalar da görevlerini yerine getirmiş olmanın sevinci içerisinde olan bu yiğit ve imanlı gençler, ölüme bile gülümseyebiliyorlardı artık. Rablerine doğru bir adım yaklaşan bu gençlere Rablerinin on adım yaklaşmasının zamanıydı şimdi. En çaresiz oldukları kör kuyu zindanlarda ölümü beklerken, İlahi bir lütfa mazhar olmak için Rableri tarafından zindandan kurtarılan bu gençler kendilerine katılan bir çoban ve köpeği ile birlikte şehrin dışında buluna Enculus dağındaki bir mağaraya sığınırlar. Tüm çağlara hitap eden hayatlarının en zorlu merhalesi bitmişti sonunda, “Muhakkak ki her güçlükle beraber bir kolaylık vardır, Gerçekten güçlükle beraber bir kolaylık vardır.” (İnşirah Suresi 5,6) buyurmuyor muydu Rabbimiz?
“Onlar, mağaralarında üç yüz yıl kadar kaldılar ve dokuz yıl da buna ilave etmişlerdir.” (Kehf Suresi 25) “Böylece biz, aralarında birbirlerine sormaları için onları uyandırdık: İçlerinden biri: “Ne kadar kaldınız?” dedi. (Kimi) “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık” dediler; (kimi de) şöyle dediler: “Rabbiniz, kaldığınız müddeti daha iyi bilir.” (Kehf Suresi 19)
Evet, zamanlarının en büyük zalimlerine LA diyerek ölümü göze alan bu imanlı gençler, 309 yıl boyunca uyuyacakları ve uyandıklarında birkaç saat uyuduklarını sanacakları o derin uykuya dalmak üzereydiler. Ve Maksimilyan’ın gözleri kapanmak üzereydi, sessizce mırıldandığı şu yakarışıyla haykırıyordu tüm çağlara hakkı dert edinmenin şartları olmadığını, yerinin ve zamanının olmayacağını; “İlahi! Hak batıla nasıl üstün gelecek nasıl nasıl…” Hakkı dert edindiği bu yakarışıyla Maksimilyan da dalmıştı o derin uykuya İlahi bir lütufla…
Evet Kur’an-ı Kerim de Kehf suresinde geçen bu kıssa günümüze sesleniyordur kesinlikle…
Ve günümüz… Bu yaşananlardan yaklaşık iki bin yıl sonrası. Zulmün şekil değiştirdiği, zalimin mazlum(!) olarak gösterildiği, zalimlerin ve zulümlerin çeşitlendiği ülkemiz… Mimarinin, teknolojinin(!), medeniyetin(!) geliştiği, bunun yanında insani değerlerin hiçe sayıldığı ülkemiz… 700 bin liralık saat takanlar ile 700 liraya dahi iş bulamayanların, borcunu ödeyemediği için intihar edenlerin, evine ekmek getiremeyenler ile gemicikler alanların aynı topraklarda yaşadığı ülkemiz. Yöneticilerin Halk tarafından değil Amerika tarafından başa getirildiği, doğal olarak halkın değil Amerikanın hizmetinde olduğu ülkemiz… Halktan esirgediklerini efendilerine peşkeş çeken günümüz Dakyanusları… Yaşadığımız çağda, Hadriyanusların kendisi ile hayat bulduğu Amerika ve İsrail ile, Dakyanusların kendilerinde hayat bulduğu günümüz süfyani sistemleri, başında oldukları ülkeleri Uşağı olduğu Amerika ve küfre peşkeş çekmelerinin, halkına yaptığı zulümleri arttırmanın, efendileri gözünde değerlerinin artacağını bilmekte ve halkın Öz Muhammedi İslam çizgisine gelmemesi için ellerinden geleni artlarına koymamaktadırlar. Efendileri, Tanrıları ve var oluş sebepleri olan Amerika’yı memnun etmek, ona şirin görünmek için ülkelerinde türlü zulümleri uygulayan ve efendilerinin gözüne batacak en küçük pürüzlere bile tahammül edemeyen günümüz süfyanileri, ataları olan Dakyanuslardan daha uyanık davranmakta ve halkı onlardanmış gibi görünerek akıl almaz zulümlere maruz bırakmaktadırlar. Kurdukları zulüm ve küfür çarkları arasında halklara bir ömür zulm etmeyi kendilerine görev bilen, ve bunu layıkıyla yerine getiren günümüz Dakyanusları, bununla da yetinmeyip Tanrıları olan Amerikaya yaranabilmek ve bu göreve layık olduklarını ispatlayabilmek için ellerine fırsat geçtikçe halkımızı ve halkları öldürmekten, katletmekten geri kalmamaktadırlar.

Öz Muhammedi İslam’ın ülkelerinde neşvü nema bulmasının, kendilerinin sonu olacağını bilen bu süfyaniler, ataları olan Dakyanuslardan daha sinsi davranarak açıkça İslam’a karşı olmaktansa kendi sundukları Amerikancı İslam’a halkları çekmek için canla başla çalışmaktadırlar.

Her çağda karşılarına çıkacak imanlı ve yiğit gençlerin olduğunu unutan bu zulüm sahipleri, halkı küçümsedikleri oranda küçülmüş, aşağıladıkları oranda aşağılaşmış, korkuttukları oranda korkmaya başlamışlardır. Zira günümüz Hadriyanusları ve Dakyanusları, sayıları milyonları bulan imanlı ve yiğit gençlerin İmam Humeyni ve İnkılap öncülerinin önderliğinde, zamanının zalimlerine unutamayacakları bir dersi nasıl verdiğini ayan beyan görmüş ve fildişi kulelerinde uykuları kaçmaya başlamıştır. Yedi imanlı genç ile; atalarının nasıl da tarih çöplüğüne yuvarlandığını gören günümüz süfyanilerinin, sayıları yüz milyonları bulan İran İslam İnkılabı ve İnkılap çizgisinde olan halklardan bu denli korkmalarını anlayışla(!) karşılamak gerek.

Tarihin çöplüğüne atılma vakti gelen günümüz deccali ve süfyani sistemleri, Rehber Ali Hamaney’in dediği gibi yıkılmaya, çatırdamaya başlamıştır. Allah’ın nurunu tamamlayacağına (Saff Suresi 8) kesin olarak iman eden biz mazlum halklar, yeter ki günümüz Dakyanuslarından memnun olmayalım bilakis rahatsız olalım ve onların yok oluşu için çaba gösterelim. Yeter ki Maksimilyan gibi her zaman ve her şartta “İlahi! Hak batıla nasıl üstün gelecek nasıl nasıl…” yakarışlarıyla hakkı ve hakikati dert edinelim.

Yazımızı İmam Zenelabidin’in şu güzel duası ile bitirelim;
İlahi! Muhammed (a.s.) ve Âline Salât eyle ve bize zulmedene karşı kendimizi müdafaa edecek bir el, bizlere husumet edene karşı kendimizi savunacak bir dil, bizlere inat edene karşı bir zafer, bize hile yapana karşı bir hile, bizi ezene karşı bir güç, bizleri yerene karşı yalanlama cesareti ve tehdit edene karşı bir esenlik ver. Bizleri doğru yola davet edene itaat etmeye, gerçeği gösterene uymaya muvaffak eyle. İlahi! Bize yönelik zulmü def etmeye kadir olduğundan asla zulme uğramayalım. Bizden intikam almaya gücün yettiğinden asla zulm etmeyelim. Bizleri kolayca hidayet edebileceğinden asla sapmayalım. Gücümüz senden olduğundan asla haddimizi aşmayalım… Âmin.

İlgili Makaleler

7 Yorum

  1. Süleyman hocamızdan Allah razı olsun, akıcı ve etkileyici bir anlatım. Ve günümüzde karanlıklarda söylemeye çekindiğimiz hakikatler artık çatılardan haykırılmaktadır. Aynı Maksimilyan döneminde olduğu gibi. Haykırışlarımıza cesaret veren Üstad Said Nurs-i hazretlerini, İmam Humeyni’yi, Rehber Seyyid Ali Hamaney’i ve diğer büyüklerimizi bizlere bahşeden Allah’a ne kadar şükretsek azdır.

  2. Adını bilmediğim buyuk bir sehirde yine nasıl bir araçla seyahat ettigimi bilmeden akıp giden bir yolda buyuk dev bilboard larda ki mavi idiler “süleyman Dağıstanlı “yazıyordu kendi kendine bu ra Ankara diyorum uyandım kısa bir RÜYA İMİŞ şimdi sabah namazi vakti ve halk habere cep netten giriyorum gun ola hayr ola ALLLAH RAZI OLSUN SELAM VE DUA İLE…..

  3. Sorumluluk güç ve imkandan değil, bilinç ve imandan doğar. Bilinçli ve imanlı insan mutlak güçsüzlük durumlarında bile zulme karşı savaşmakla yükümlüdür. Güç yetirmek veya yetirememek, güçlü ya da güçsüz olmak, yanlız veya birlikte olmak sadece görevin uygulanma şeklini belirler, varlığını değil.
    Allah razı olsun.

  4. Allah razı olsun. Rabbim İslam’ın şerefiyle her daim gönüllerimizi şereflendirsin. Sanırım resimde gösterdiğim kelimeyi yanlış anlamadı isem değiştirsek daha iyi olur. Olur ya yarın öbür gün alçağın biri çıkar da sadece burayı kesip delil sayarsa diye. Edenlerle değil; edenlere olacak sanırım. vesselam

Abdulaziz Rantisi için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu