Süleyman DAĞISTANLI

HARABEZAR BİR ÜLKE… – Süleyman DAĞISTANLI

harabezar-bir-ulke

HARABEZAR BİR ÜLKE… – Süleyman DAĞISTANLI
Zulmün halkın her kesimine uygulandığı ülkemizde bugün yaşanan ve bizleri üzüntüye boğan Soma olayı üzerine yazılmış bir yazı.
Maden işçileri ve çileleri…
1848’de Padişah Abdülmecid Ereğli kömür havzasını hazineyi hassaya yani kendi vakıflarına katmıştır. Daha sonra bizlere çok tanıdık gelen bir yöntem izlemiş ve havzayı kömür kumpanyası kuran Galata sarraflarına yıllığı 300 altına kiralamıştır. 1853’de Kırım savaşından sonra donanmalar için kömürün önemi anlaşılmış İngiliz ve Fransızlar havzaya akın etmiştir. Çıkarılan kömürü daha rahat götürebilmek için İngilizler demiryolu, Fransızlar liman yapmışlardır. 1865’de Padişah Abdülaziz, bölgeyi bahriye nazırlığı nezaretine vermiştir. Tüm havza İngiliz ve Fransızlara peşkeş çekilmiştir. Evet, kömür vardır, şirket vardır ancak yerin yedi kat altına indirilecek işçi de lazımdır. Ancak İngiliz ve Fransız şirketler, çalıştıracak işçi, bulmakta zorlanmaktadırlar. Çünkü tonu 73 kuruş olan kömürü çıkartan işçilere ton başına ücret veriliyordu ve ton başına işçinin aldığı ücret 2,5 kuruştur. Ancak o da nakit olarak verilmez, yiyecek ve giyecek yardımı olarak verilir. 1867’de Dilaver paşa bir nizamname çıkartır ve 13 yaşını geçmiş ve 50 yaşının altında olan tüm erkeklere madende çalışma zorunluluğu getirir. Yeni uygulamalar getirilmiştir. Dilaver paşa şirketlere işçiler için barınak yapılacağı sözünü verir(!) ancak madenden kaçanlara da fazla çalışma cezası verileceğini ekleyerek anlaştık(!) der. Barınaklar yapılmaz ancak madenden kaçanlar fazla fazla çalıştırılır. Sözlükte ki hayatını karartmak da muhtemelen buradan gelir. 1894’de madenin metan gazı ile dolduğunu gören işçiler kaçar ancak jandarma ile silah zoruyla yeniden madene indirilir. İşçiler hastalandığında tedavi masrafları işçinin kendisine aittir. İşçiler 15 gün madende 15 gün de köylerine giderek orda çalışırlar. Bazen ekin ve hasat zamanında köylerine gitmelerine izin verilir. Vardiyalar 12 saat olarak belirlenmiştir. Vardiya aralarında evlerine gitmek isteyenler, treni kullanamazlar çünkü o üst(!) düzeyler içindir işçiler için değil. Bazı işçilerde kömür vagonlarına binmeye çalışırken ölür.
Osmanlı yıkılır ve yeni bir devlet kurulur; Türkiye Cumhuriyeti. Osmanlıdan daha zeki ve uyanık olan yeni devlet daha uyanık davranır ve bölgede çıkan kömürlerin tozlarının işçiye verilmesinde sakınca görmez. Celal Bayar bunu, değersiz tozlar ile onları (işçileri) daha fazla çalıştırabilecekleri bu yeni sırt sıvazlamanın üretimi arttıracağını gururla ifade etmiştir. Makineye gerek yoktur çünkü işçi maliyeti en düşük olan maden çıkarma yöntemidir. İşçiyi canını korumak istersen kazancında olursun ikilemi ile yüz yüze bırakmak, bütün dünyada madenciliğin düsturudur(!).
1929 yılının Ağustosunda Zonguldak’ın halı döşenmiş iskelesine ayak basan Atatürk, şehrin ve halkın önemini(!) ve devlet olarak onlara atfettikleri değeri özetliyordu; “Ne kadar kömür, o kadar Zonguldak…” Hasat iyi olduğunda köylüler köylerinden gelmiyor ve işleri yapacak kimse olmuyordu. Devlet; maden etrafına işçi mahalleleri kuralım ve işçileri buraya toplayalım hem gözlerimizin önünde olurlar dedi ancak Avusturyalı Bartel Grannig, bunu devlet için tehlikeli olduğunu, köylerinden koparılarak buraya sadece maden için toplanan halkın kendileri için tehdit olabileceğini söylemesi üzerine bu kez; evlerin etrafına küçük çapta tarım yapılmasına izin verelim, böylelikle sadece maden için burada çalıştıklarını zannetmezler, işçi olduklarını bir nebze de olsa unuturlar ve tehlike azalır diye düşünülür. 1920’de ve daha sonra birkaç kez daha ayaklanan işçiler, yürüyüş yapıp bin bir güçlükle çıkartılan ve ton başına ücret aldıkları kömür arabalarının sayımı sırasında İngiliz ve Fransız şirketlerinin adamlarının yanlarında kendi adamlarından birilerinin de olmasını talep ederler. Çünkü bunca zulme doymayanlar, bir de arabaların sayımında hile yapıyorlardı.
1940 yılında madende çalışma zorunluluğu, 13 yaştan 15 yaşa çıkartıldı. Bununla birlikte yer üstünde çalışana 3 saat fazla çalışma zorunluluğu getirildi öyle ya onlar güneşi görebiliyor, temiz hava alıyordu, bunun bir karşılığı (!) olmalıydı. Devlet, madenden kaçan işçilerin ailesini rehin tutabiliyordu. O dönem şehirde çalışan bir öğretmen şöyle diyordu;
Öyle insanlar gördüm, ölüm peşlerine düşmeye korkardı,
Ya kuyulara iniyorlardı, ya kuyulardan çıkıyorlardı.
Bir düdük sesinde bütün şehir ayaktaydı,
İkinci düdüğe kadar tık yoktu…
Verilen rakamlara(!) göre 1940-1947 yılları arasında 700 işçi madenlerde ölmüştü. Türkiye’nin nüfusu o dönem 17 milyondu.
1950’de hükümet değişti ancak onun dışında hiçbir şey değişmedi tabi iyi yönde…
Çünkü “Türkiye kömür İşletmeleri Kurumu’nun (TKİ)” resmi internet sayfasında sıralanan amaçlar her şeyin açıklayıcısıydı aslında;
“Bir; üretimi arttırmak, iki; kömür kalitesini iyileştirmek, üç; üretim maliyetini azaltmak…” dört yok evet; “insan hayatını tehlikeye atmadan kömür çıkartmak” gibi bir amaç yok tabi(!).
Resmi kuruluşunu 1847 olarak ilan eden TKİ, tarihini övgüyle anlatan kısa zaman takviminde, sadece 1939 yılında ölen 23 madenciyi şerh düşmüş ve sonrasını tabii. Ondan öncesi yok yani, o doksan senede maliyet(!) bayağı düşüktü herhalde(!). 1939’a kadar madenlerde kaç insan öldü, bununla ilgili herhangi bir veri yok gerçi o dönem öldürülenlerin verilere sığmayacak kadar fazla olması geçerli bir sebep olabilir(!) bu rejim için.
Bugün, Zonguldak maden şehitleri anıtında yaklaşık 5.000 maden işçisinin adı yazılı. 2005’de 82, 2006’da 35, 2007’de 38,2008’de 43,2009’da 76, 2010’da 59 ve son üç yılda 293 maden işçisi hayatını kaybetmiştir o da bu sahtekârların verdikleri kendi rakamları.
Madenciler bireysel girişimci değildir hele bu rejimin gözünde diğer halklarda buna dâhildir “birey” dahi değillerdir. Kafasında bareti, tulumu ve elinde azık torbası ile yerin bilmem kaç yüz metre altında çalışmaya giden dünyadaki bütün madencilerin birbirlerine benzediği sanılır oysa benzeyen sadece yüzlerinin karası(!)dır.
Yüz karası değil, kömür karası,
Böyle kazanılır ekmek parası…
Madenci, kendisi aşağıda olsa da ruhu hep yukarıdadır. Evinde ekmek bekleyen ailesindedir. Başkaları gün yüzü görsün diye karanlığa razı olmuş bir adamdır. Ve madenci, kendisine karanlığı reva görenlere karşı hakkını savunmak için ayağa kalktığında üstüne silahlı muhafızlarını sürenlere karşı daha güçlü ve mutlak güç olan Rabbine sığınmıştır daima. Japonya’da 1970’lere kadar madenlerde mahkûmlar çalışır, bu bir dönem bizim ülkemizde de uygulanmıştır. Oysa şimdi… 2006’da oğlunu maden işçisi olabilmesi için sınava yazan 60 yaşındaki baba, “eskiden madene insanlar jandarma zoruyla getirilirdi şimdi herkes sırada… Allah sonumuzu hayr etsin” diye dert yanıyordu zira 1.200 işçinin alınacağı sınava 41.000 başvuru olmuştu.
1965’de 2.500 maden işçisi ayaklanır ve greve gider. Zonguldak’ta büyük bir hareketlilik olur. Deniz donanması gelir ve Zonguldak’ta asker yönetimdedir. Grevi bitirmek için gönderilen Jandarma ile işçiler arasında yaşanan olaylar sırasında 2 işçi öldürülür. Jetler alçak uçuşa başlar ve halk korkutulmaya başlanır. Tam bir savaş havası, 10.000 asker şehrin giriş ve çıkışlarını tutar. Hükümet radyoya sansür uygular. Haklarını almakta ısrarlı olan işçiler, kendilerine doğrultulan tüfeklere göğüslerini açarak yürürler o sırada işçilerin hakkını savunmakla(!) görevli Türk-İş sendikası başkanı Seyfi Demirsoy şöyle bir açıklamada bulunur; “Bir avuç eli sopalı komünist, işçilere içki içirmiş ve bu yüzden işçiler ne yaptıklarını bilmeden askere karşı göğsünü açarak yürüdüğünü” söyler. O tertemiz insanlara bu iftirayı atanın işçilerin savunucusu(!) olan adam tarafından söylenmesi onları daha da kahreder ve sendikanın tek amacının hükümeti korumak olduğunu anlarlar. Hükümet ise ayrı havadadır; “ İşin içinde dış tahrik var…(!)” der. 100’den fazla işçi tutuklanır ve bakanlar uzlaşmak(!) için gelirler. Ücretlerin ve çalışma saatlerinin düzenleneceğini, kesilen çocuk ve kumaş paralarının yeniden verilmeye başlanacağını(!) söyleyen bakanlar işçileri dağıtırlar. Madenciler ölen ve yeni doğan kızını dahi göremeyen işçi arkadaşını 5 km. uzaklıktaki mezarlığa yürüyerek götürdüler ve işlerinin başına döndüler. Altı gün sonra Merzifon da madende patlama(!) oldu ve 69 işçi hayatını kaybetti. 1968’de 7.500 işçi yeniden greve başladı ve sendikanın haklarını savunmak yerine yediğini söylediler. Hükümet bu öfkeli kalabalığı göz yaşartıcılarla dağıtmaya çalıştı ancak Sendika başkanı henüz son sözünü söylememişti; “Süleyman Demirel, bu ülkenin medarı iftiharıdır(!).” Tanıdık bir manzara(!)
Devlet, işçilere sürekli olarak şunu söylüyordu; Madene inip inmemekte serbestsiniz(!), inecek birileri mutlaka bulunur… İyi bir motivasyondu (!) bu.
Madenciler, ciğerleri iflas ettiği halde çalışır ve eğer şansı(!) varsa emekli olduktan sonra ölür. Madenciler toplu ölür, kalanlar ikiye ayrılır; yaralılar ve diğerleri… Yaralılar tehlikesizdir, diğerleri tehlikeli(!) bir sessizliğe bürünürler, donup kalırlar, yeterince donmazlarsa diye başlarına polis, asker dikilir…(!)
Madenci cenazesinde yetkililer çok üzülürler(!) koca çelenkler hazırlatırlar… Geriye kalanlar ise ağlayanlar ve yine çalışacaklardır.
Evet, madencilerle ilgili kısa bir belgeselden kısa notlar şeklinde sunmaya çalıştığımız bu uzun trajedinin göze çarpan en temel noktası, ülkede zulmün değişmediği, azalmadığı, sadece zalimin değiştiği gerçeğidir. Bugün Soma’da ki meydana gelen olay bu yazıyı yazmamızı ve rejimin zulüm çarklarından bir tanesine değinmekti amacımız. Sayının minimum gösterilerek işten sıyrılma dersinde olan rejim Halkların öfkesinden ne denli korktuğunu bir kez daha belli etmiştir… Zira aşağıda, olaydan sonra atılan yüz binlerce tweetin arasından birkaç tanesine yer verdik ki halkımızın ne kadar bilinçli ve şuurlu olduğu görülsün;
*Sokakta, eylemde, göz altında, madende, tersanede, fabrikada, askerde… ölmek için ne çok sebep var ülkede(!).
*1 Mayıs kutlamasın işçiler diye aldığın önlemlerin onda birini hayatlarını korumak için alsaydın, bugün bunları konuşmayacaktık.
*Somali’ye kadar uzanan(!) devlet, soma çok mu uzak sana…
*Olayın üzerinden saatler geçmiş, hala içerideki kişi ayısı bilinmiyor(!) ama ilk dakikadan beri trafodan kaynaklandığından herkes emin…
*Siz hiç iş kazasında ölen patron gördünüz mü?…
*Bakan sıkıntı büyük olabilir dedi, maden ocağı ve halkın arasına jandarma barikat kurdu…
*“Bu mesleğin kaderinde var” diyenin yönettiği ülkede hiçbir ölüm sürpriz değil, kaza hiç değil…
*Sağlıkçı bekleyen Soma’ya kamyonlarla polis barikatı…
*Şu anda “arama kurtarma” değil, “üstünü kapatma” yapılıyor…
*Somada hayatını kaybeden işçiler sistemin kurbanıdır, şehit söylemi göz göre göre gerçekleşen ölümlere anlam yükleme çabasıdır…
*Tersanelerde tek tek, madenlerde topluca katlediliyorlar…
*Evet katil mutlaka olay mahalline geri döner…
*”İşçiler ölüyor” değil “işçiler yürüyor” deselerdi seyret önlemleri, çalışmaları, konuşmaları…
İlahi, mazlumun zalimden hesap soracağı günleri çabuklaştır… Ve hayatını kaybeden mazlum ve mustazaf kardeşlerimize rahmet eyle. Amin.

İlgili Makaleler

11 Yorum

    1. “…bir belgeselden kısa notlar şeklinde sunmaya çalıştığımız bu uzun trajedi…” yazıda belgeselden alıntı yapıldığının ifade edilmesinin ancak kaynak olarak gösterilmemesinin sebebi söz konusu belgeselin gereksiz ve pek uygun olmayan ayrıntılara (müzik, şarkı vb.) sahip olmasıdır. Madenciliğin dünyada ve ülkemizde ki durumunun anlatıldığı ve günümüze bakan kısımlarını sunmaya çalıştığımız bu belgeseli, bahsi geçen gereksiz ayrıntılardan arındırılmış olarak bulmanız halinde linkini paylaşırsanız herkes için iyi olur diye düşünüyorum Allaha emanet olun.

      1. KAPİTALİZM MÜZİK VE ŞARKI ”MERLE TRAVIS – Sixteen Tons ” ÜZERİNDEN ELEŞTİRİLMİŞ (Kİ SAVUNMUYORUM HASSASİYETİNİZ GÜZEL).Yalnız şu var ki ayrıntılarıyla seyredilirse dünyaya hakim olan zorbaların din,dil,ırk ayrımı yapmadan kendi halklarına bile eziyet ettikleri ‘ Kâr ‘dan başka birşey umurlarında olmadıkları anlaşılabilir.Yazı için teşekkür ederim,sizde Allah’a emanet olun,hürmetler

  1. Süleyman DAĞISTANLI hocamız Soma olayını tarihi bilgilerle madencilerin çektiği çileyi anlatarak işlemiş, okuyalım…

  2. İhanet, cinayet, rezalet, melanet şebekesinin halkımıza reva gördüğü hayat bu: Ölümlerden ölüm beğen!
    Ancak unutmayalım ki ” Bir belde küfür ile idare olunabilir ama zulüm ile asla! ”
    Süleyman Kardeşim Allah (cc) sizlerden razı olsun. Bu facia ve zulüm hakkında yazdıklarınız /tespitleriniz çok önemli.

Bilge BARBAR için bir yanıt yazın Yanıtı iptal et

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu